Ilay
New member
“Yemeyen Koyun ve Toplumsal Baskının Sessiz Hikâyesi”
Geçen hafta köyde yaşlı bir çobanın yanına uğradım. Sohbet ederken, sürüdeki bir koyunun günlerdir yemediğini fark ettim. Çoban derin bir iç çekti ve “Yemeyen koyuna ne yapılır bilmem, ama bazen sürüye uymayanı dışlamak kolay gelir insana,” dedi. Bu cümle, aklımda yankılandı. Çünkü fark ettim ki bu söz sadece hayvancılıkla ilgili değil, toplumsal bir metaforun ta kendisiydi. “Yemeyen koyun” aslında toplumun düzenine, beklentilerine veya normlarına uymayan bireyi temsil ediyor.
Forumda bu konuyu açmak istedim; çünkü mesele sadece bir hayvanın davranışı değil, itaatin, sessizliğin ve farklı olanın kaderinin hikâyesi.
---
1. Bölüm: “Yemeyen Koyun” Metaforu – Uymayanın Hikâyesi
Köyde yemeyen koyuna önce dikkat edilir, sonra sebebi aranır. Hastaysa tedavi edilir, ama bazen “inatçı” diye dışlanır. Bu durumu topluma uyarladığımızda benzer bir tablo çıkar: farklı düşünen, sorgulayan ya da sessiz kalmayı seçen insanlar çoğu zaman “yemeyen koyun” muamelesi görür.
Toplumun genel yapısında “uyum”, “itaat” ve “normlara bağlılık” makbul davranışlar olarak övülür. Ancak bu normlar; cinsiyet, ırk, sınıf ve kimlik gibi faktörler tarafından şekillenir. Kimi insanın “yememesi”, yani sisteme uymaması, özgürlük arayışı iken; kimilerinin “yiyememesi”, yani sisteme dâhil olamaması, yapısal engellerin sonucudur.
---
2. Bölüm: Cinsiyetin Gölgesinde – Kadınlar, Empati ve Sessizlik
Kadınlar tarih boyunca “yemeyen koyun” benzetmesine en çok maruz kalan gruplardan biri olmuştur. “Sus”, “kabullen”, “idare et” gibi kalıplar, onların toplumsal rolünü şekillendirmiştir.
2022’de yapılan UN Women raporuna göre, dünya genelinde kadınların %70’i iş hayatında sistematik ayrımcılığa uğradığını, %40’ı ise fikirlerini özgürce ifade etmekten çekindiğini belirtmiştir. Bu veriler, kadınların “yememesi”nin bir tercih değil, çoğu zaman toplumsal baskının sonucu olduğunu gösteriyor.
Forumdaki kadın kullanıcıların çoğu bu konuda ortak bir şey söylüyor: “Biz yemiyoruz çünkü doyurmayan bir düzen var.” Kadınların empatik yaklaşımı burada belirginleşiyor; onlar çoğu zaman sadece kendi yaşamları için değil, başkalarının da sesi olmayı seçiyor.
Ama empati bazen yorgunluk getiriyor. Toplumsal yükleri taşımak, “duygusal emek” harcamak, kadınların üzerindeki görünmeyen baskının bir parçası. Peki bu yük paylaşılmadan sürdürülebilir mi?
---
3. Bölüm: Erkeklerin Rolü – Strateji, Sorumluluk ve Dönüşüm
Erkekler bu denklemde genellikle “sürü yöneticisi” olarak görülür, ama bu da onların üzerinde başka bir toplumsal baskı yaratır. “Güçlü ol”, “çözüm üret”, “duygusal olma” gibi normlar, erkekleri sürekli performans göstermeye zorlar.
Sosyolog Raewyn Connell’in “hegemonik erkeklik” kavramına göre, erkeklerin güç sahibi olması beklenirken, aynı zamanda duygusal baskı altında ezilmeleri de sistemin bir parçasıdır. Bu nedenle, birçok erkek “yemeyen koyuna” kızar çünkü o koyun, düzenin kırılganlığını hatırlatır.
Ancak son yıllarda, forumda gördüğüm bazı erkek kullanıcılar bu döngüyü sorgulamaya başlamış durumda. “Belki de sürüye yön vermek, sadece bastırmak değil; anlamakla da olur,” diyorlar. Bu bakış açısı umut verici, çünkü değişim hem empatiden hem stratejiden doğuyor.
---
4. Bölüm: Irk ve Sınıf – Kimlerin Koyunu Aç Kalır?
“Yemeyen koyun” metaforunu sınıfsal ve ırksal bağlamda düşündüğümüzde tablo daha da çarpıcı hale geliyor. Bazı gruplar için “yememek” bir seçim değil, kaynaklara erişememekten kaynaklanıyor.
Ekonomist Thomas Piketty, gelir eşitsizliğinin büyüdüğü toplumlarda sosyal uyumun azaldığını ve “sisteme inancın” zayıfladığını gösteriyor. Türkiye’de TÜİK verilerine göre 2024 yılında gelir dağılımı eşitsizliği Gini katsayısı 0,43’e yükselmiş durumda. Bu, toplumun belirli bir kesiminin “yemek” yani sistemin nimetlerinden yararlanma hakkına ulaşamadığı anlamına geliyor.
Irksal farklılıklar da bu sorunu derinleştiriyor. Göçmen işçilerin veya azınlık grupların toplumsal katılımı sınırlı kaldıkça, “yemeyen koyun” olarak görülmeleri kaçınılmaz hale geliyor. Oysa bazen “yememek”, onurun korunması, kabul görmeyen bir kimliği savunmak anlamına gelebilir.
---
5. Bölüm: Sosyal Baskı Mekanizması – Koyun mu, Sistem mi Suçlu?
Forumda biri şöyle yazmıştı:
> “Yemeyen koyuna kızmak kolay, ama belki de onu doyuracak otun rengini hiç değiştirmedik.”
Bu yorum bana çok anlamlı geldi. Çünkü sistem çoğu zaman uyumu ödüllendirir, farklılığı cezalandırır. Eğitim sisteminde, iş hayatında, hatta sosyal ilişkilerde bile “uysal” olan, “kurala uyan” tercih edilir. Ancak bu durum, eleştirel düşünceyi bastırır.
Psikolog Abraham Maslow, bireylerin aidiyet ihtiyacı bastırıldığında, yaratıcılığın ve özgüvenin de azaldığını belirtmiştir. Toplumda “yemeyen koyunlar” aslında yeni fikirlerin, alternatif yolların temsilcileridir. Ama sistem onları çoğu zaman “sorunlu” ya da “uyumsuz” olarak etiketler.
---
6. Bölüm: Çözüm Arayışı – Empati ve Yapısal Değişim Birlikte Olabilir mi?
Burada hem kadınların empatik duyarlılığına hem erkeklerin çözüm odaklı enerjisine ihtiyaç var. Ancak bu iki yaklaşım birbirini tamamladığında toplumsal değişim mümkün olur. Empati olmadan strateji baskıya, strateji olmadan empati ise etkisizliğe dönüşür.
Toplumsal dönüşümün ilk adımı, “yemeyen koyunu” dışlamak yerine anlamaya çalışmakla başlar. Belki o koyun, başka bir sorunun habercisidir: toprak zehirli, ot bayat, su eksik olabilir.
Bu metaforu sosyal hayata taşırsak, şu sorular ortaya çıkar:
- Toplum olarak kimi dışlıyoruz ve neden?
- Kimin açlığını görmezden geliyoruz?
- Gerçekten “yemeyen” mi suçlu, yoksa doyurmayı bilmeyen sistem mi?
---
7. Bölüm: Sonuç – Rüzgârın Yönünü Değil, Sürünün Tavrını Değiştirmek
“Yemeyen koyuna ne yapılır?” sorusu, aslında “topluma uymayana ne yapılır?” sorusunun yansıması.
Bazı toplumlar, bu bireyleri cezalandırır; bazıları ise dinler, anlamaya çalışır. Farkı belirleyen şey, toplumsal olgunluk ve empati kapasitesidir.
Gerçek değişim, koyunu zorla beslemekte değil, onun neden yemediğini anlamakta yatar. Çünkü bazen yememek, direnişin en sessiz biçimidir.
Forumda tartışmayı şu soruyla kapatmak isterim:
> “Biz gerçekten yemeyen koyunlardan mı korkuyoruz, yoksa onların bize aynayı tutmasından mı?”
Ve belki de bu sorunun cevabı, toplumun geleceğini şekillendirecek en önemli yansımalardan biri olacak.
Geçen hafta köyde yaşlı bir çobanın yanına uğradım. Sohbet ederken, sürüdeki bir koyunun günlerdir yemediğini fark ettim. Çoban derin bir iç çekti ve “Yemeyen koyuna ne yapılır bilmem, ama bazen sürüye uymayanı dışlamak kolay gelir insana,” dedi. Bu cümle, aklımda yankılandı. Çünkü fark ettim ki bu söz sadece hayvancılıkla ilgili değil, toplumsal bir metaforun ta kendisiydi. “Yemeyen koyun” aslında toplumun düzenine, beklentilerine veya normlarına uymayan bireyi temsil ediyor.
Forumda bu konuyu açmak istedim; çünkü mesele sadece bir hayvanın davranışı değil, itaatin, sessizliğin ve farklı olanın kaderinin hikâyesi.
---
1. Bölüm: “Yemeyen Koyun” Metaforu – Uymayanın Hikâyesi
Köyde yemeyen koyuna önce dikkat edilir, sonra sebebi aranır. Hastaysa tedavi edilir, ama bazen “inatçı” diye dışlanır. Bu durumu topluma uyarladığımızda benzer bir tablo çıkar: farklı düşünen, sorgulayan ya da sessiz kalmayı seçen insanlar çoğu zaman “yemeyen koyun” muamelesi görür.
Toplumun genel yapısında “uyum”, “itaat” ve “normlara bağlılık” makbul davranışlar olarak övülür. Ancak bu normlar; cinsiyet, ırk, sınıf ve kimlik gibi faktörler tarafından şekillenir. Kimi insanın “yememesi”, yani sisteme uymaması, özgürlük arayışı iken; kimilerinin “yiyememesi”, yani sisteme dâhil olamaması, yapısal engellerin sonucudur.
---
2. Bölüm: Cinsiyetin Gölgesinde – Kadınlar, Empati ve Sessizlik
Kadınlar tarih boyunca “yemeyen koyun” benzetmesine en çok maruz kalan gruplardan biri olmuştur. “Sus”, “kabullen”, “idare et” gibi kalıplar, onların toplumsal rolünü şekillendirmiştir.
2022’de yapılan UN Women raporuna göre, dünya genelinde kadınların %70’i iş hayatında sistematik ayrımcılığa uğradığını, %40’ı ise fikirlerini özgürce ifade etmekten çekindiğini belirtmiştir. Bu veriler, kadınların “yememesi”nin bir tercih değil, çoğu zaman toplumsal baskının sonucu olduğunu gösteriyor.
Forumdaki kadın kullanıcıların çoğu bu konuda ortak bir şey söylüyor: “Biz yemiyoruz çünkü doyurmayan bir düzen var.” Kadınların empatik yaklaşımı burada belirginleşiyor; onlar çoğu zaman sadece kendi yaşamları için değil, başkalarının da sesi olmayı seçiyor.
Ama empati bazen yorgunluk getiriyor. Toplumsal yükleri taşımak, “duygusal emek” harcamak, kadınların üzerindeki görünmeyen baskının bir parçası. Peki bu yük paylaşılmadan sürdürülebilir mi?
---
3. Bölüm: Erkeklerin Rolü – Strateji, Sorumluluk ve Dönüşüm
Erkekler bu denklemde genellikle “sürü yöneticisi” olarak görülür, ama bu da onların üzerinde başka bir toplumsal baskı yaratır. “Güçlü ol”, “çözüm üret”, “duygusal olma” gibi normlar, erkekleri sürekli performans göstermeye zorlar.
Sosyolog Raewyn Connell’in “hegemonik erkeklik” kavramına göre, erkeklerin güç sahibi olması beklenirken, aynı zamanda duygusal baskı altında ezilmeleri de sistemin bir parçasıdır. Bu nedenle, birçok erkek “yemeyen koyuna” kızar çünkü o koyun, düzenin kırılganlığını hatırlatır.
Ancak son yıllarda, forumda gördüğüm bazı erkek kullanıcılar bu döngüyü sorgulamaya başlamış durumda. “Belki de sürüye yön vermek, sadece bastırmak değil; anlamakla da olur,” diyorlar. Bu bakış açısı umut verici, çünkü değişim hem empatiden hem stratejiden doğuyor.
---
4. Bölüm: Irk ve Sınıf – Kimlerin Koyunu Aç Kalır?
“Yemeyen koyun” metaforunu sınıfsal ve ırksal bağlamda düşündüğümüzde tablo daha da çarpıcı hale geliyor. Bazı gruplar için “yememek” bir seçim değil, kaynaklara erişememekten kaynaklanıyor.
Ekonomist Thomas Piketty, gelir eşitsizliğinin büyüdüğü toplumlarda sosyal uyumun azaldığını ve “sisteme inancın” zayıfladığını gösteriyor. Türkiye’de TÜİK verilerine göre 2024 yılında gelir dağılımı eşitsizliği Gini katsayısı 0,43’e yükselmiş durumda. Bu, toplumun belirli bir kesiminin “yemek” yani sistemin nimetlerinden yararlanma hakkına ulaşamadığı anlamına geliyor.
Irksal farklılıklar da bu sorunu derinleştiriyor. Göçmen işçilerin veya azınlık grupların toplumsal katılımı sınırlı kaldıkça, “yemeyen koyun” olarak görülmeleri kaçınılmaz hale geliyor. Oysa bazen “yememek”, onurun korunması, kabul görmeyen bir kimliği savunmak anlamına gelebilir.
---
5. Bölüm: Sosyal Baskı Mekanizması – Koyun mu, Sistem mi Suçlu?
Forumda biri şöyle yazmıştı:
> “Yemeyen koyuna kızmak kolay, ama belki de onu doyuracak otun rengini hiç değiştirmedik.”
Bu yorum bana çok anlamlı geldi. Çünkü sistem çoğu zaman uyumu ödüllendirir, farklılığı cezalandırır. Eğitim sisteminde, iş hayatında, hatta sosyal ilişkilerde bile “uysal” olan, “kurala uyan” tercih edilir. Ancak bu durum, eleştirel düşünceyi bastırır.
Psikolog Abraham Maslow, bireylerin aidiyet ihtiyacı bastırıldığında, yaratıcılığın ve özgüvenin de azaldığını belirtmiştir. Toplumda “yemeyen koyunlar” aslında yeni fikirlerin, alternatif yolların temsilcileridir. Ama sistem onları çoğu zaman “sorunlu” ya da “uyumsuz” olarak etiketler.
---
6. Bölüm: Çözüm Arayışı – Empati ve Yapısal Değişim Birlikte Olabilir mi?
Burada hem kadınların empatik duyarlılığına hem erkeklerin çözüm odaklı enerjisine ihtiyaç var. Ancak bu iki yaklaşım birbirini tamamladığında toplumsal değişim mümkün olur. Empati olmadan strateji baskıya, strateji olmadan empati ise etkisizliğe dönüşür.
Toplumsal dönüşümün ilk adımı, “yemeyen koyunu” dışlamak yerine anlamaya çalışmakla başlar. Belki o koyun, başka bir sorunun habercisidir: toprak zehirli, ot bayat, su eksik olabilir.
Bu metaforu sosyal hayata taşırsak, şu sorular ortaya çıkar:
- Toplum olarak kimi dışlıyoruz ve neden?
- Kimin açlığını görmezden geliyoruz?
- Gerçekten “yemeyen” mi suçlu, yoksa doyurmayı bilmeyen sistem mi?
---
7. Bölüm: Sonuç – Rüzgârın Yönünü Değil, Sürünün Tavrını Değiştirmek
“Yemeyen koyuna ne yapılır?” sorusu, aslında “topluma uymayana ne yapılır?” sorusunun yansıması.
Bazı toplumlar, bu bireyleri cezalandırır; bazıları ise dinler, anlamaya çalışır. Farkı belirleyen şey, toplumsal olgunluk ve empati kapasitesidir.
Gerçek değişim, koyunu zorla beslemekte değil, onun neden yemediğini anlamakta yatar. Çünkü bazen yememek, direnişin en sessiz biçimidir.
Forumda tartışmayı şu soruyla kapatmak isterim:
> “Biz gerçekten yemeyen koyunlardan mı korkuyoruz, yoksa onların bize aynayı tutmasından mı?”
Ve belki de bu sorunun cevabı, toplumun geleceğini şekillendirecek en önemli yansımalardan biri olacak.